Danimarka Sineması çok geniş bir başlık olduğundan film seçimlerini son zamanlarda adından oldukça bahsedilen oyuncu Mads Mikkelsen ve daha çok birlikte çalıştığı yönetmenlerin filmlerinden yol alacak bir rota çizmeye çalıştım. Henüz bitmemiş bir yazı olduğunu eklemeliyim.
Thomas Vinterberg'in dogma film kurallarına uygun olarak çektiği Festen'in / Şölen ( 1998) çıkışından sonra benzer başarıyı yakalaması The Hunt / Onur Savaşı (2012) filmiyle oldu. Çekim tarzları açısından farkları olsa da iki film hikayesini pedofili ve çocuk masumiyetinin yitirilişini başka açılardan ele alıyor. The Hunt filminde bir tarafta çocuk tacizi yaptığı için suçlanan bir öğretmen hem psikolojik hem de fiziksel olarak tacize maruz kalırken, Festen' de farklı örülmüş bir taciz konusu işleniyor: Helge'nin (baba karakteri) görkemli denebilecek doğum günü kutlamasında ailenin içinde yaşanılan gizli şeyler çarpıcı şekilde sürreal öğeleri de ekleyerek sergilenirken, kendinizi kelimenin tam anlamıyla şaşırtıcı gelişmelerin ortasında buluyorsunuz.


Festen'in ardında denemelerinde istediği başarıyı yakalamak için tıkandığı yerden geri gidip bir yapı bozum yaşaması gerektiğini söyleyen Vinterberg, The Hunt'in çıkış noktasının bir gün kapısını çalan, tanımadığı komşusu psikiyatrist tarafından elinde ilginç bir vaka olduğunu ve bu konu üzerine çekmesi gerektiğini söylemesi ile düşünmeye başladığını vurguluyor. Yasadığı küçük bir kasabada yayılan yargısız infaz ile yalnızlaştırılan okul öncesi bir devlet kurumunda ögretmen olarak calışan ana karakter Lucas'ı canlandıran Mikkelsen, inandırıcı oyunculuğu ile Cannes film festivalinde 2012 de en iyi oyuncu ödülü aldı. 2014 de ise Oscar en iyi yabancı film dalında adaydı.
Vinterberg’ in başka tarz filmleri denemekten çekinmeme konusunda ısrarlı olduğunu görebiliriz. Bunlara Jaoquin Phoenix ve Sean Penn'in de oynadığı Amerika’da çekilen ve dağınık yapısıyla eleştirilen It is All about Love; Lars Von Trier' in yazdığı Vinterberg'in çektiği Dear Wendy / Sevgili Wendy (2005) dahil. Amerika‘da bir maden kasabasında yaşayan silahlara hayran bir çocuğun çete kurarak gelişen olayları ele alan film, şiddet ve ırk teması üzerinden giderken oturmayan bir western benzemesi olduğu yorumlarına rağmen, sinemada sınırlarını zorlamaya devam ediyor.
Nicholas Refn, Mikkelsen'nin kariyerinde diğer önemli karakterlerden biri. Yonetmen , Pusher Uçlemesinde Kopenag'da yaşayan yasadışı işlere bulaşmış kişilerin hayatını ele alıyor. Pusher 1 (1996) filminde uyuşturucu satıcısı serseri, yalnız bir karakteri canlandıran Mikkelsen'in canlandırdığı karakter, Pusher 2‘de (2004) de suçtan ve beladan başını kurtaramıyor. Gangster bir babanın çocuğu olunca bu işlere bulaşmamanın uzak bir ihtimal olduğunu vurguluyor bir bakıma.
Refn'in aynı oyuncuları tercih ettiği Bleeder (1999) filminin önemi ise sinema dünyasında kimseyi tanımadan, ekibin kendi imkanları ile çekilmesi. Video laset kiralama dükkanında çalışan sakin, az konuşan ama filmler hakkında engin bilgisi olduğunu anladığımız bir karakter Mikkelsen tarafından yoğruluyor. Patronu ve iki arkadaşıyla güzel kıyafetlerini giyip evde projeksiyondan film izleme seansları düzenleyip, bunu ritüel haline getirmiş bu dört kişi ve onların hayatları üzerinden anlatılan filmin yeteri kadar ilgi çekmemesi onların motivasyonunu düşürmemiş. . Bir sonraki yazıda bahsedeceğim Valhalla Rising ise orta çağda geçen Viking savaşçılarının epik hikayesi görselliği ile de ön plana çıkıyor. Kristian Levring’in 1870’ler Amerika’da geçen olay, çete liderinin izlerini süren The Salvation filmi de bu yazıya dahil olabilir.
Refn'in aynı oyuncuları tercih ettiği Bleeder (1999) filminin önemi ise sinema dünyasında kimseyi tanımadan, ekibin kendi imkanları ile çekilmesi. Video laset kiralama dükkanında çalışan sakin, az konuşan ama filmler hakkında engin bilgisi olduğunu anladığımız bir karakter Mikkelsen tarafından yoğruluyor. Patronu ve iki arkadaşıyla güzel kıyafetlerini giyip evde projeksiyondan film izleme seansları düzenleyip, bunu ritüel haline getirmiş bu dört kişi ve onların hayatları üzerinden anlatılan filmin yeteri kadar ilgi çekmemesi onların motivasyonunu düşürmemiş. . Bir sonraki yazıda bahsedeceğim Valhalla Rising ise orta çağda geçen Viking savaşçılarının epik hikayesi görselliği ile de ön plana çıkıyor. Kristian Levring’in 1870’ler Amerika’da geçen olay, çete liderinin izlerini süren The Salvation filmi de bu yazıya dahil olabilir.
Mads Mikkelsen King Arthur/ Kral Arthur , Amerikan gişesine oynayan Clash of Titans, Three Muskeeters, Casino Royale, Hannibal dizisindeki rolüyle çok farklı tarzlarda denemeye açık olduğunu kanıtlıyor. Oyunculuğunda, öncelikle yönetmenin ne istediğini anlamayı bir ilk kural olarak kendine koyduğunu söyleyen Mikkelsen, dogma manifestosuna göre çekilmiş Open Hearts (2002) filminde geçirdigi duygusal değişimlere rağmen iyi bir baba olmayı başarabildiğini aktaran rolü, Prag'da (2006) az konuşan ama duyarlı, boşanma eşiğindeki bir kocayı, Flame and Citmon/ Ateş ve Limon'da (2008) nazilere karşı çalışan, öldürmeye cok da hazır olmayan bir ajanken, iyi bir baba olamamanın ezikliğini de çarpıcı bir oyunculukla veriyor.
The Girl with the Dragon Tatoo/Ejderha Dövmeli Kız filminin ortak yazarı Danimarkalı yönetmen Nikolaj Arcel ise, 2012'de En Kongelig Affaere / A Royal Affair'i 18. yüzyılda yaşayan ruhsal dengesi pek yerinde olmayan Kral Christian VII' nin dönemini anlatan tarihi ve romantik bir filme Mikkelsen'in da dahil olması ile bir takım kavramların nelere evrileceğini anlatıyor. 18. Yüzyılda geçen bu hikayeyi geniş bir oyuncu listesi dahil ederek, uluslararası film festivallerine taşıyor.
Anders Thomas Jensen'in 2000 yılında çektiği Blinkende Lygter/ Flickering Lights ise Kopenaglı, küçük çapta bir çete olan dört arkadaşın bir gangster patronundan kaçarken hayatlarında başka bir yola açılma süreçlerini komedi, suç ve aksiyon tarzında işliyor. Mikkelsen'in da rol aldığı filmlerden biri olmasının yanında, her birinin çocukluklarına inerek geldikleri noktayı anlatan film, bizi eğlendirirken naif duygulara dair algılarımızı açıyor. 
Diğer yandan, Susanna Bier yönettiği filmlerinin bir çoğunda beraber çalıştığı Anders Thomas Jensen ile yakaladıkları enerjinin Danimarka sinemasına katkısı gözardı edilemez. Birlikte yazdıkları Brodre (2004) daha sonradan Hollywood'da da çekilmiş, Hindistan‘da yetimhaneye yardım fonu alması için Danimarka‘ya dönüşünde bekleyen sürprizler üzerine kurulu After the Wedding/ Düğünden Sonra (2006), annesinin ölümüyle başetmeye çalışan ve de anne babası boşanma eşiğinde olan on yaşlarındaki iki erkek çocuğunun çakışan hikayesini anlatan film Haevnen/ Daha İyi Bir Dünyada (2010) için, iki yönetmenin senaryoyu oluştururken birlikte çalışmalarının başarılı ürünleri diyebiliriz.
Yönetmenin yazıp yönettiği çarpıcı hikayesiyle Adams Aebler, (2005), Neo-Nazi çete lideri Adam'in (Ulrich Thomsen), hapishaneden şartlı tahliye ile sosyal rehabilite projesinde yer almak üzere bırakılması ve rahip Ivan (Mads Mikkelsen) ile aralarındaki gerilimleri ele almakta. Adam'in kendine hedef olarak elmalı turta yapma seçimiyle şekillenen, kara komedi tarzında çekilen filmde Adam'ın rahibin inancini kırmaya çalışması olayların gelişimine yön veriyor. Metofor kullanımının da filme katkıları bir yana, seyirciyi sorgulamaya iten dini inançlar, suç- ceza gibi kavramların teraziye koyulduğu detaylarla karşı karşıya kalıyoruz.
*Bazi veriler The Guardian gazetesi sinema sayfalarından ve IMDb'den alinmistir. Film isimlerinin bir kaçının Türkce cevirileri olmadigindan orjinal isimleri ile yazdim.